23 Nisan 2009 Perşembe

meydan

Kentin en büyük meydanı ve ana cadde günlerdir trafiğe kapalı...
Muhalifler, sokağa yerleştirdikleri yüzlerce "hücre"nin içinde istifa nöbeti tutuyor.



bu da çatıdaki reklam panosu...
(konuyla bir ilgisi yok, farkındayım :)

18 Nisan 2009 Cumartesi

"dokunmadan geçmek"



Geceyarısı mumların yakılmasını izlediğim ikinci Paskalya yortusu... İlkini çörek ve tatlılarla özdeşleştirmiştim, belki hatırlarsınız (nisanmayis.blogspot.com) Buradaki sanki daha hüzünlü, daha inançlı, daha ciddi bir Paskalya haftasıydı. Katolik İtalya'daki gibi dükkanlardan şekerleme ve çikolata taşmıyordu - eminim yoksullukla da bir ilgisi vardır - ve kiliseler, ayinleri izleyen her yaştan yüzlerce insanla, çok ama çok kalabalıktı.

Türkçe'ye Rumca "pashalia" sözcüğünden türeyerek giren Paskalya sözcüğünün kökeni İbranice "pesah" kelimesine dayanıyormuş ve bu kelime, "dokunmadan geçmek" anlamına geliyormuş. Yeniden doğuşu simgelemek için ne güzel bir kelime...


14 Nisan 2009 Salı

nereye?

gösteriler sürüyor... yüzlerce insan, gençler, yaşlılar, gazeteciler... onlarca kamera doldurmuş sokağı. cumhurbaşkanlığı sarayının çevresindeki, dar, eski, yoksul sokaklar, hoparlörlerden yükselen konuşmalarla çınlıyor. etrafta onlarca küçüklü, büyüklü çadır. çadırlarda "istifa" nöbeti tutan muhalifler... mikrofonlar uzanıyor "önemli" kişilere... mahalle sakinleri pencerelerden sarkmış olanları izliyor. tam yetişkinlere göre bir hengame...

bütün bu olan bitenin arasında birden belirdi. kırmızı tulumuyla gözüme ilişti bir an...başı öne eğik, bakışları yerde, elleri kazağının içinde saklı... azıcık aksayan sağ ayağını çekerek, duvarın dibinde yürüyordu. öylesine kendi dünyasına kapalı, çevresinde olup bitenle o kadar ilgisizdi ki aklımın bana oyun oynadığını, bu küçük kızı bir tek benim gördüğümü sandım. köşeyi dönene kadar büyülenmiş gibi izledim, son anda bastım deklanşöre...
kimseyi duymuyormuş, ağzını açıp tek bir söz de etmek istemiyormuş gibiydi. çok kötü birşey olmuş da sanki, bütün dünyaya küsmüş gibiydi. yüreğimden kocaman bir parçayı koparıp - kimbilir nereye - yürüyüp gitti.

11 Nisan 2009 Cumartesi

başkent "yürüyor"









Devlet Başkanı'nın istifa etmesi talebiyle düzenlenen gösteriler üçüncü gününe girdi.

5 Nisan 2009 Pazar

şarap ve kılıç

"Bu şehir tam karşımda durmuş bana bakıyor, ben ellerim belimde temkinle dikiliyorum. O beni süzüyor, ben onu tartıyorum."



Huzuruna çıkınca, gözlerimi bu heybetli kadının gözlerine dikmek istemiştim ama nafile... Kente en hakim tepelerin birinde, sürekli uzakları gözlüyor. Uçurumun tam kıyısında, öyle bir konumda duruyor ki, karşısına dikilmek mümkün değil... Yüzünü görmek için "koruduğu" kente inip, onu uzaktan süzmek gerekiyor.
Bulunduğu yere 51 yıl önce dikilen 20 metre boyundaki "Kartlis Deda" (Gürcistan'ın Anası) ülkeye gelen dostlar için sol elinde bir şarap kasesi, düşmanlar içinse diğer elinde ürkütücü kılıcını tutuyor. Bir halkın sahiplendiği ve gurur duyduğu değerleri simgeleyen daha özlü bir anlatım olamazdı sanırım.

sakin



Kentin en "turistik" mahallesinde, tarihi kiliseler, camiler ve hamamların olduğu bölgede, temiz, modern ve pahalı kafe/barların yan yana dizildiği sokaklar var. Havalar ısındıkça, sandalyeler ve masalar dışarıya konulmaya başlandı. Bütün günü, "Gürcü Ana"nın huzuruna çıkmak için tırmanarak ve yokuş aşağı yürüyerek geçirdikten sonra yumuşak sedirli bu mekana yayıldık.

Dışarıda ışıl ışıl güneş, sokaklarda her yaştan insan, anneler çocuklarıyla park keyfinde, kiliseler her zamanki gibi kalabalık... Bütün bu manzarayı görünce, daha geçen yaz tanklar ve uçakların
cirit attığı ve önümüzdeki günlerde ne olacağının hiç belli olmadığı bir coğrafyada olduğuna inanamıyor insan. Bazen böyle huzur dolu bir anda, muhtelif "uluslararası" kuruluşların ortalıkta dolaşan armalı araçlarını görüp, uykudan uyanır gibi geçmişi hatırlıyorum.
İnsanoğlu herşeye mi alışıyor gerçekten?