3 Ağustos 2009 Pazartesi

kulaktan kulağa...





izin vakti yaklaştıkça, daha az yazmak ister oldum. her zamanki gibi, önce zihnim terk eyliyor herhalde mekanı... oysa, önümde yoğun olacağını bildiğim günler var. bir savaşın "yıldönümü" yaklaşıyor, keşke kutlanacak birşey olsaydı... yine inanamayarak bakıyorum yazılıp söylenenlere... duyanlar, görenler sanacak ki, yeni bir savaş kapıda, başladı başlayacak. oysa değil, bence değil, ihtiyatı cebimde tutsam da söyleyebilirim şunu: "hayır, olmayacak".
"tüm taraflar" ağzının payını almış görünüyor çünkü, en azından bunu göze alacak yeni bir çıkar hesabına düşmüş değiller şimdilik.
şaşırıp şaşırıp duruyorum, "tanklar yürüyor, ipler gerildi, gerilim artıyor, ateşler açıldı, karşılık verildi, tırmandıkça tırmandı, ha oldu ha olacak" diyen meslektaşlarıma. yahu yok! gerçekten öyle değil... her haber açışımda, bu sözlerle karşılaştığımda, endişe içinde "birşey mi kaçırdım" diye dört dönüyorum. oraya buraya bütün kaynaklara bakıyorum, soruyorum, kurcalıyorum, birşey bulamıyorum. hani ateş, hani tank? yahu ben niye görmüyorum?
ben galiba bu iş için fazla doğrucu ve ihtiyatlıyım. tek bir kelimenin, "gerçek" insanların "gerçek" hayatlarına yapacağı muhtemel etkileri düşündükçe geriliyorum, hele de bizzat şahit olduğum gerçekliğin böylesi kolayca çarpılması karşısında tabiri caizse "dumur oluyorum". kendimi, şu manolyanın kökleri kadar yaşlı bir dinozor gibi hissediyorum bazı zaman... herşey o kadar hızla ve kontrolsüz bir şekilde değişiyor, öylesine çabuk eskiyor, o kadar tanınmaz hale geliyor ki... ışık hızıyla akan, milyonların katıldığı bir "kulaktan kulağa" oyunu gibi... ilk söyleyenin ne dediğini aslında kimse öğrenemiyor, belki de en kötüsü, sonunda kendisi bile hatırlamıyor.
velhasıl,
burada sinirler gergin evet, insanlar korkulu... her açıklamayı suçlamalar zaptediyor. galiba herkes, yaşananları en çok şimdi hatırlıyor. ama bakın teyzeme, botaniğin en huzurlu köşelerinden birinde, oturmuş sessiz sessiz dua okuyor. bütün başkent tatile gitti, sokaklar boşaldı. emlakçı irina bebeğini doğurdu, şimdi de kucağında taşıyarak ev gezdiriyor. yezidi taksici (şarkiyat mezunu, gazeteci) ramaz, çocukları için fransa'ya yerleşme hayalleri kuruyor. yaşlı amcalar akşamları vake parkta satranç oynuyor. gençler, giyinip süslenip barlara doluşuyor. restoranlar, kafeler bile yaz nedeniyle tatile girdi. ama ağustos'a inat, yine deli gibi yağmur yağıyor. sadece kendi ritmine uymuş, sessiz, sakin akıyor hayat.
(ne dedi ne dediiiiii, tıpkı geçen ağustos gibi mi dedi?)

1 yorum:

  1. buna bir de "dışarıdan" bakmak gerek-ti demek...
    bir artı daha koyalım berikilerin yanına. artıları eksileri sepete doldurup dönelim. unutmayalım sonra hiç.

    YanıtlaSil