
24 Şubat 2009 Salı
gökçen'e
23 Şubat 2009 Pazartesi
21 Şubat 2009 Cumartesi
cumartesi
19 Şubat 2009 Perşembe
kuğu gölü
sabırsız bekleyişin sonunda,
perde açılıyor,
Opera, bale ve tiyatro temsilleri, hayatın renkli, hareketli ve hala cazip bir parçası...
Bizim popüler sinema filmlerine gösterdiğimiz ilgiye benzer biçimde, her yaştan her kesimden insan son derece samimi bir ilgiyle hemen her temsile gidiyor. Opera binasına ilk ayak bastığım akşam, fuayede bekleyen gençlerin ve çocukların sayısı dikkat çekecek kadar çoktu. Her hafta değişen gösterilerin biletleri sudan ucuz... Devasa salonun bir yerinde, kesenize uygun boş bir koltuk mutlaka buluyorsunuz.
Tiflis Devlet Opera ve Bale Tiyatrosu, 2001 yılında 150. yılını kutlamış. Rus İmparatorluğu zamanında, bölgeye 1844 yılında atanan Kafkasya Valisi Mikhail Vorontsov, başka opera olmak üzere, Gürcistan'da yeni kültür kurumlarının oluşturulmasında öncü olmuş. 1845'de davet üzerine ülkeye gelen bir grup sanatçıyla birlikte, vodvil ve komedi oyunlarının temsilleri başlamış. 1847'de inşasına başlanan ilk opera binası, 4 yıl sonra tamamlanmış ve "ülkenin kültür hayatının kalbi" olmuş. Kafkasya'daki 800 sandalyeli bu ilk opera binasında, ilerleyen yıllarda Avrupa'dan gelen çok önemli sanatçılar sahne almış ve bazıları Tiflis'e yerleşmiş.
19. yüzyılın ikinci yarısında, şehir hayatında etkili olan "opera-mania" yüzünden, kalıcı bir sanatçı kadrosu oluşturulmasına karar verilmiş ve temsiller bale ve konserlerle çeşitlenmiş.
Tchaikovsky, Rubinstein, Rachmaninov,Usatov gibi isimler, Tiflis'te konser vermiş. Eski binayı harap eden yangından sonra, şehrin en büyük caddesi Rustaveli'de inşa edilen şimdiki opera binasının açılış tarihi 1896.

Operanın tarihiyle ilgili bu çok mühim bilgileri edindiğim, kurumun resmi sitesindeki "kimler geldi kimler geçti" bölümünü okumaya sabrım yetmedi.
Ben ancak modern tiyatronun inşasına kadar anlatabildim, gerisini çok merak edenler http://www.opera.ge/ adresine uğrayabilir.
not:
beğenisini gayet dolaysız ve coşkuyla gösteren, bölüm aralarını bile beklemeden "bravo" bağırışlarıyla ayağa fırlayan, baş dansçının zorlu bir figürünü müziği bastıran alkışlarıyla takdir eden, arada bir yanındakine birşeyler söylemekten çekinmeyen, çocuklara müdahale etmeyen, bence ancak bir "halk konserinde" görülebilecek samimiyetteki izleyiciye bayıldım.
bizim o "put gibi oturup", sonunda keyiften çok bel ağrısıyla çıktığımız muhtelif "yüksek sanat" aktivitelerini düşününce... :)
17 Şubat 2009 Salı
16 Şubat 2009 Pazartesi
sil baştan...
Ramona, bana ilkokul birler için hazırlanmış bir defter getirdi. Gürcüce öğrenebilir miyim bilmiyorum ama en azından alfabeyi çözüp, tabelaları okuyabilmeliyim. Satırların başındaki kırmızı harfleri, ok işaretlerine göre tek tek yazıp, sonra hecelere geçiyorum.
Aaaaaa, iiiiiiiii, eeeeeeee, ooooooooo...
Ama, bir "u" harfi bu kadar allengirli olmaz ki!
15 Şubat 2009 Pazar
sır
13 Şubat 2009 Cuma
12 Şubat 2009 Perşembe
hinkali

On gündür yediğim en lezzetli şey "hinkali". Bohçasını yiyip, ağzının büzülüp birleştirildiği sert hamur kısmını, yani sapını bıraktığınız yumruk kadar bir mantı. İştahla yumulup fotoğrafını çekmeyi unuttuğum için yenmemiş halinin görüntüsünü sonra ekleyeyim.
Burası da şehrin en kalabalık hinkali evlerinden biri... Salonun ortası bomboş, herkes kuytu locasına çekilmiş yemek yerken, Neri, bizim için sipariş veriyor: "Peynirli, mantarlı, patateslilerden dörder tane alalım çünkü bu arkadaş yeni düştü, hepsinin tadına bakmak istiyor"
(İyi yapan bulunursa, yine de en güzeli kıymalısı galiba... )
evimin kapısı...
Apartman boşlukları burada kimseye ait değil. Ne ışıklar yanıyor, ne temizleniyor... Kimbilir hangi zamanda yapılmış tadilatta sökülen kablolar, ortalıkta can çekişiyor. Bina kapısı olmayan kocaman bloglardaki, dışarıdan bir örnek görünen evlerin hepsi ayrı bir alemmiş dediklerine göre. Herkes kendi ihtiyacına ve bütçesine göre evinin içini tamamen yenilemiş. Hatta, binaların dışına doğru oda ekleyenler bile var.
İçi "süperlüks" dışı "neverland"...
Dolayısıyla komşuluk diye bir kavram da yok. Gelip gitmeyi, dostluk, ahbaplık etmeyi geçtim, yan dairede kim yaşıyor, ne yapıyor bilmiyorsun. Apartman merdivenlerinde karşılaşınca bile kimse kimsenin yüzüne bakmıyor. Uzun zamandır burada yaşayanlar, diyorlar ki bu halkın ortak alan diye bir mefhumu yok. "Dışarıyı" sevmiyor ve sahiplenmiyorlar. Bu algının yansımalarından birisi de, restoranlardaki yemek odaları. Birçok restoranda, grup olarak kapanıp, kimseyi görmeden ve görünmeden yiyip içilen odalar var. Belki bunun "içmeyi" çok sevmeleriyle de bir ilgisi vardır, kimbilir...